Sene sanırım 2009 falandı. Tatil bahane fotoğraflar şahane
modunda ailecek gezip tozduğumuz sıcak bir Ağustos ayıydı. Herkes denizlere
akıp bronzlaşırken biz her zamanki gibi tam tersi yönde dağlarda akarsularda
yaylalarda bulmuştuk kendimizi. Nerde akşam orda sabah yeni yüzler, ormanlar
kuşlar arasında açıyorduk gözlerimizi.
O günlerden bir gündü Ağla yaylasına arkadaşlarımızla ilk
çıkışımız, amaçsız dağ tepe çıktıktan sonra 2000 li rakımlara ulaştık ve
muhteşem insanların yaşadığı oksijen patlaması yaşadığımız yaylaya vardık. 2009
yılı Ağla yazımı okuyarak oraya nasıl gidebileceğinizi görebilirsiniz. Bugünkü
amacım biraz oranın insanından bahsetmek, onların yaşama, insana bakış açısını
sizlere aktarabilmek. Onların gözünden hayatı size gösterebilmek. Ben de olduğu gibi belki
sizlerin yaşamında da bir fark yaratabilir düşüncesi ile bu yazımı kaleme aldım.
Yaylanın sessiz toprak yollarında karnımızı doyuracak oturup
dinlenecek bir yer arıyorduk ama nafileydi etrafta kimsecikler yoktu. Ne insanı
etrafta inek ve horoz sesinden başka ses
bile yoktu. Tahta kapıları iktirerek dilediğimiz evin bahçesine geçebiliyorduk
öyle ise denemekte fayda vardı. İçimizdeki korku ve çekingenlik ile etrafımıza
bakına bakına bir evin bahçesinden içeri girdik.” Kimse yok mu “ diye seslendik seslendik
ama çıt çıkmadı. Gülüşmeler, konuşmalar,
utanma sıkılma derken bir baktık ki biz bahçeye yerleşmişiz.
Biz başımıza gelebilecek her türlü olay hakkında geyiğin dibine vurup gülüşürken 3 çocuk sessiz sessiz bahçe kapısından içeri girdi. Biz onlara şişt pişt yapmaya kalmadı, arkalarından anneleri çıkageldi. Ne diyeceğimizi bilememiştik. Biraz mağdur biraz haklı biraz da utangaç bir şekilde misafir ağırlar gibi hep beraber ayağa kalktık ve hoş geldiniz dedik. Anlaşılması zor bir şive ve yüzünde gülümseme ile siz de hoş geldiniz diyerek aramıza katıldı. Aylardan ramazan olduğunu unutarak hemen sofraya davet ettik niyetli olduğunu belirterek karşımıza oturdu. Tam olarak kimse ne yapacağını bilemiyordu birimiz neden orada olduğumuzu anlatıyor diğeri çocuklara bir şeyler ikram ediyor diğeri bu evin bir sahibi olup olmadığını soruyordu. Anladığımız kadarıyla ev sahibi akrabasıymış ve rahatımıza bakmalıymışız.
Çocukların kraker yiyip gazoz içip içemeyeceğini
sorduğumuzda aldığımız yanıt çok iyiydi. “hindiye kada hiç yimediler. Buralada
nerden bulucez bakkali. Verin bakem iççekle mi” dedi. Eee çocuk bunlar yediler
içtiler tabii de gözleri ile de bizi yediler sanki…
Neyse biz sohbete dalınca evin arkasından çıkan amcayı
görmedik tabii. “ Hoşgelmişseniz hoş gelmişseniz “ diye gelen sese doğru
döndüğümüzde bize doğru kolları havada güle güle gelen amcayı gördük ve hepimiz yine ayağa fırladık. Teker teker evden
çıkan amcanın elini öpüyorduk. Kendimi bayramda dedemlere sürpriz ziyaret
yapmış gibi hissediyordum. Çok garip ve olamayacak kadar güzel bir ortamdı. Biz
özür dileyerek durumu anlatmaya çalışırken amca hepimizi susturdu ve dedi ki “
içede uyuyodum. Dedim kim kıkırdıyo böle dısada ruya mı yoksam esasten mi
oluyo. Bi kaktım döşekten, az biraz dineldim,
esas valla dedim gendi gendime, gelikgelen insancıklar va hayatta dedim. ne mutlu oldum ne oldum anatamam, meni
dünyanın en mutlusu yaptınız” dedi.
Biz ne diyeceğimizi bilemedik. Biraz kovulma korkumuzdan
biraz çekincelerimizden bahsettik, gülüştük. Muhabbet öyle bir aldı başını
gitti ki ben fotoğraf çekmeyi bile unuttum amcayı, siz hesap edin artık J
Oradan ayrıldıktan sonra uzun uzun düşündük. Biz uyurken
birisi bizim bahçemize girse otursa ne yaparız ? ya da şehrin herhangi bir
yerinde bunu yapmaya kalkışır mıydık? Ya da çocuklarımız nelere sahiplerdi, biz
nelerden keyif alıyorduk nelere üzülüyorduk, nelerin eksikliğini yaşıyorduk ? Nedendi bu kadar güvensizlik bu kadar bencillik,
insandan uzaklaşmak ve doyumsuzluk.
Tabii ki yaşanmışlardı, farklı hayatlar farklı koşullar ve
insanın kendi kendine benimsettiği standartlardı insanı bu hale getiren. Aslında
özümüz sevgi, özümüz paylaşımdı. Önyargılarımızdan kurtulmanın vakti gelmişti
de geçiyordu bile. Önce O yapsınları
bırakıp ilk adımı ilk gördüğümüz kişi ile biz atmalıydık. Gerçekten neye neden
ihtiyacımız olduğunu birkez ve birkaç
kez daha tartmalıydık. Çocuklarımızın farklı ortamları farklı yaşamları
görmelerini sağlamalı ve onları artık sakladığımız fanusların içinden
çıkartmalıydık.
Biz sözümüzü verdik ve hayatımızda değişimi başlattık. Haydi
mutlu yarınlar için sıra sizde. Bir kişi bir şeyi değiştirirse tüm dünya değişir. Değişime önce kendimizden başlamalıyız
Sevgiyle kalın.
Tayfun Öztayfun
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder